Dostluğun Başlangıcı…

Bir insanın hayatta kaç arkadaşı olabilir?

Kaç tanesi ile uzun soluklu arkadaşlığı devam eder?

Kaç tanesi ile çıkarsız görüşür?

Ya dostları insanın? Kaç tane dostu olabilir kör topal yaşadığı bu köhne hayatta insanın?

Dostluk ve arkadaşlık kavramlarının ayrımı ile boğuşmak istemiyorum şu an. Toplumun büyük bir kısmının kabul ettiği durumu yazmam yeterli olacak sanırım. ”Arkadaşlık kolaylıkla kurulabilir ama dostluk özveri, emek ve fedakarlık gerektirir.” Zaten bu yüzden birisinden bahsederken arkadaşım demek kolay ancak dostum demek zordur.

Doğudan gelmiştim başkente okumaya. Cumhuriyetin ilk üniversitesi oğlum. Etikete bak. Hayat boyu gururla ve yalan yok egoyla taşıyacağım bu etiketi. Narsist işe yaramaz birisin sen dediğinizi duyar gibiyim. Alıyor ve kabul ediyorum.

Lise yıllarımın sonuna kadar aile evinde büyümüş birisi olarak ortalamanın altında evlerde yaşamıştım. Evde sürekli şiddetli geçimsizlik. Bunu neden yazdım buraya? Konumuz bu değil halbuki. Ruhuma işlemiş büyüdüğüm evdeki geçimsiz hava ne yapayım? Sustum tamam konuya geçiyorum.

Yurda yerleşetikten bir kaç ay sonra bizim odaya ek yerleştirme ile üniversiteye başlayan birisi geldi. Bizim oda diyorum çünkü asker kampı gibi yurt. Göt kadar odada 4 ranza 8 yatak.

İçeriye esmer kavruk kuru göt birisi girdi. Uykudan yeni uyanmışım. Tatlış bir mahmurluk var üzerimde. Zaten benden başka kimse de yoktu o gün odada. Selamlaştık tanıştık. Meğer o an başlamıştı bir ömür sürecek dostluk hikayemiz.

İşleri olduğunu söyleyip akşam görüşürüz kardeş diyerek çıktı gitti. Bana kardeş dedi ya ulan aynı anadan aynı babadan değildik ama sanırım ilk kerteyi vurdu piç. Kardeş etti bizi iyi mi? Bende telefonumu elime alıp karıya kıza yazılmaya devam ettim. Ya ne yapacaktım başka? Akşam yurdumuzun sözüm ona ultra lüks çeşit çeşit yemekleri olan yemekhanesinde yemeğimi yemiş terasa çıkmış çayımı içiyordum. Bu detay önemli Ülker antepfıstıklı çikolata yiyorum yanı sıra. Ne lüks hayat dediğinizi duyar gibiyim. Sonra bir baktım bizim kavruk arkadaş geldi. Merhaba kardeş dedi. Merhaba kardeşim dedim. Dur çay alıp geleyim sana dedim ve gittim çay ve bir tane daha antepfıstıklı çikolata aldım. Meğer bizim oğlan antepfıstıklı çikolatayı çok seviyor ve yıllar sonra dostluğumuzdan bahsederkken şu cümleyi kuracaktı ”Antepfıstıklı çikolata ile beni kendine bağladı piç.” Paraya kıyıyorum evet. Feda olsun arakadaşıma. Dalga geçtiğime bakmayın aynı yurtta kaldığımız kimi arkadaşlarımız için bu gerçekten lükstü. Böyle adaletsiz düzenin gelmişini geçmişini sikeyim deyip konuma dönüyorum.

Başladık sohbet etmeye. Ben doğulu o ortadoğulu. Ben Türk o Kürt. Ben sözde sünni o sözde alevi.

Bu farklılıkları çıkıp sokakta anlatsan herkes kardeştir diyen üç beş seküler insan haricinde kimse bir araya gelebileceğimize ihtimal vermezdi. Olduk. Arkadaş olduk. Dost olduk. Kardeş olduk. Evet bu kokuşmuş toplumun aptal kurallarını yıktık.

Ne idi bizi bir araya getiren, bizi birbirimize sımsıkı bağlayan, Mevlana ve Şems’ten sonra en iyi dostluk diye örnek gösteren, bir ömür uzakta kalınca birbirimize olan özlem ve hasretten kudurtan şey ya da şeyler?

Ömrümüzün sonuna kadar sürecek hayat kavgamız mı?

Ötekileştirilmiş kimliklerimiz mi?

Siyasi mücadelelerimiz mi?

Fekadarlığımız mı?

Tanışma günümüze kadar ve o günden sonra yaşadığımız ortak acılar mı?

İkimizinde antepfıstıklı çikolatayı sevmesi mi?

Ne idi bizi bağlayan şey? Hepsi mi?

Yorum bırakın