İSKENDERİYE KÜTÜPHANESİNİ YAKANLARLA TANIŞTIM

Fotoğraf: Cemil Bayındır

Bir gün yine Ankara’dan taşınıyordum. Bu ikinci taşınmamdı.

Tekrar geleceğimi ve geldikten sonra da tekrar taşınacağımı bile bile bir kez daha taşınıyordum. Bir şehirden ne kadar gidilebilirse o kadar gideceğim. Bunun da sınırlarını hep birlikte göreceğiz.

Taşınma işini aylar öncesinden planladım. Öncekinde olduğu gibi sadece kitaplarımı ve kıyafetlerimi götürecektim. Kesin taşınmadan tam dört ay önce kitaplarımla dolu bir valiz hazırladım ve iki hafta sonra memlekete gitmeyi planladım.

Ani ve gece yarısı gelen bir telefon. Tüm ölüm haberleri gece yarısı gelmeye meyillidir. Babaannemi kaybetmişiz. Asırlık çınar sonunda devrilmiş. Memlekete dönüşü bir hafta erkene aldım. Madem gidiyoruz hazır duran valizi de götüreyim dedim. Neyse memlekete geldim. Görevlerimizi yerine getirdik gelenler ağırlandı gidenler uğurlandı.

Yavaştan sakinleştik.

Bizimkiler sordu valizdekiler nedir? Dedim kitaplarım. Yavaştan taşınıyorum işte. Ne kitapları dediler. Baya kitaplarım işte okuduğum kitaplarım. Oradan biri dedi madem okudun ne diye yük ettin kendine ataydın ya. Anlamsız bir gülümseme belirdi suratımda söyleyene döndüm, söyleyenin ciddiyeti ürküttü beni. Deli misiniz la kitap atılır mı dedim. Neyse mevzu uzamadı.

Tekrar Ankara’ya döndüm bu kez Ramazan Bayramı için memlekete gitmeye hazırlanırken bir valiz daha kitap ve biraz da kıyafet hazırladım.

Bu kez başka amaçlarla bir telefon geldi. Enişten Ankara’ya gelecek konsolosluk işleri olacak ona yardım et dediler. Bu kez de gidişimi iki gün ertelemek durumunda kaldım. Eniştem geldi konsolosluk işleriyle uğraşıyoruz. Ankara’da yaşamaya başladığımdan beri her zaman konsolosluklara gelen akrabalar tanıdıklar olmuştur. Çoğu da yakın arkadaşlarım başka ülkelerde evlenip oralarda kendine yeni hayatlar kurdular. Hepsiyle birlikte farklı farklı ülkelerin konsolosluklarının yolunu arşınladık. Anlayacağınız benim ev küçük halli yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’na dönmüştü. Eniştem de turist olarak gitmek isteyenlerdendi. Neyse o işleri de hallettik.

Sıra memlekete gitmeye gelmişti. Valizleri sırtlandık.

Enişte sordu valizde ne var?

Kitap var dedim. Ne kitabı dedi?

Diyalog tanıdık gelmiştir. Kendi kitaplarım işte okuduğum kitaplar. Taşınıyorum onları da köye götürüyorum dedim. Okuduysan at gitsin ne diye boşuna taşıyorsun dedi. Bu değerlendirmeyi ikinci kez duymak bende başka bir şeyler çağrıştırdı. Adamlar okunmuş kitaba, kullanılmış market poşeti muamelesi çekiyorlardı.

İşte İskenderiye kütüphanesini yakanlarla hep birlikte tanışmış oluyoruz.

Kim niye yaktı bilmiyoruz ama en azından hangi kafayla yaktıklarını galiba çözmüş olduk.

Tabii sokakta kalmış kimsesizler ısınmak için yakmadıysa. Bu da bir seçenek sonuçta.

Yorum bırakın