
Ankara’daki Öğrenci evinde dört kişi kalıyorduk.
Ev, Dışkapı’da okulun yani Veterinerlik Fakültesi’nin hemen karşısıydı bundan mütevellit gelen gidenimiz çok olurdu ve öğrenci evlerinin vazgeçilmezi durmadan içilen çaydır.
Tabii şeker de aynı oranda tüketilir. O zamanlar şekersiz çay içenler tarikatına katılmamıştım henüz tek şeker atıyorum çaya. Öyle bir ağır karıştırıyorum ki çayı otur izle yedi sigara içersin o tek şekeri karıştırmam bitene kadar. Kısa metraj Nuri Bilge Ceylan desem sahne aklında canlanır.
En müthiş hareketim de çay kaşığını çıkarıp süzüşüm. Kaşığı bardağın kenarına öyle vuruyorum ki ağır çekim bir sahne düşün kaşığın ucundaki son damlanın düşüşünde çıkardığı sesle kelebeğin kanat çırpışı aynı frekansta bir ses çıkarıyor ama onu duyabiliyorsun. Kaşıktaki buharı bile kazıyıp atıyorum resmen.
Çayın ve şekerin sık sık bittiği hepinizin malumudur.
Birkaç defa şeker bittiğinde çayın çoktan demlenmiş olduğu ve nasıl olsa birisi gidip şeker alır düşüncesiyle kaderimize terk edilmişçesine otururken ev arkadaşlarımızdan Taner çayı şekersiz içmişti.
Bu böyle tahminim beş veya altı defa olunca haliyle alıştı çocuk ve bir gün dedi ki ”çayı şekersiz içeceğim bundan sonra”.
Farkında olmadan tarikata katılmıştı o da.
Ondan sonra da evde ne zaman şeker bitse mevzudan tek etkilenmeyen, neticesini yaya yaya çayını içen ve şekersiz içtiği için şeker almaya gitmeyen Taner olmuştu.
Eleman gözümüzün önünde resmen evrim teorisini kanıtladı.
Darvin amca da demiyor muydu en iyi adapte olan / uyum sağlayan hayatta kalır diye.

Yorum bırakın